Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

29Nis/210

DİZİ ve SIZI; BİR ZAMANLAR KIBRIS – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2

DİZİ ve SIZI; BİR ZAMANLAR KIBRIS - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

TRT üzerinde her zaman, siyasi baskı olmuştur. Bazı yöneticiler örneği az olmasına rağmen imkanları elverdiği kadar buna direnmiş, ama bir kısmı kurumdaki ömrü uzun olsun diye buna çanak tutmuş, kraldan ziyade kralcı olmuştur. Özellikle haberlerde liderler isterler ki kendileri ve açıklamaları her zaman ekranda ve mikrofonda olsun.

Merhum Süleyman Demirel’in basın müşaviri erkenden TRT Haber Merkezine gelir, basılı bültenleri gözden geçirir, haberlerde ne kadar yer verildiğini görürdü. Sorun olursa hemen ikinci bültende bu telafi edilirdi. Turgut Özal da haber Bültenlerini yakından takip ederdi. Yıldırım Akbulut haberlerinin kırpıldığından şikayet etse de, Mesut Yılmaz tam bir otoriteydi. Tansu Çiller’in titizliği sadece haber merkezini yönetene yansır, telafi için onun personele verdiği emirden yenilen” fırça”nın gücü ortaya çıkardı. Koalisyon dönemleri de öyleydi. En rahat galiba Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş idi. Recep Tayyip Erdoğan döneminde ise ilk beş yıl sessiz geçti. Haber merkezi hem nalına, hem mıhına vurdu. Sonrasında çok genel müdür değişti. Sonunda en ideali bulundu ki yıllardır devam ediyor göreve. Şanslı bir aile son genel müdür. Babası ve kardeşi de üs düzey görevler ifa ettiler, ediyorlar.

DENKTAŞ’TAN ÖZÜR MÜ DİLENİYOR?                                                      Liderlerin çoğu haberlere müdahale etti ama, programlara karışmadı. Dolayısıyla yurt dışına satılan ve döviz girdisi sağlayan prodüksiyonlar gerçekleştirildi. Mesela benim hemen aklıma gelen Hüseyin Karakaş’ın Atila İlhan’dan Kartallar Yüksek Uçar, Ünal Küpeli’nin Orhan Kemal’den Hanımın Çiftliği oldu. Yaş grubu bana yakın olanlar bu filmleri hatırlayacaklardır. Her bölüm ses getirmişti. O gece kimse konuk kabul etmemiş diziyi izlemişti.

Bugünkü yapımcılara gelince bütün çalışmalarını neredeyse liderleriyle örtüştürmeye çalışıyorlar. Programlara, yapımlarına iyi başlıyorlar, dizi tutulunca da hurafelere müracaat ediliyor! Mesela buna örnek olarak Abdülhamit diyebilirim. Başka örnekler de verebilirim.

Ama TRT’nin yeni başlayan Bir Zamanlar Kıbrıs dizisi öyle değil. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin TRT’nin böyle bir prodüksiyona imza atması önemli. Ayrıca Ankara’nın bu yayınla bir nevi Türk Dünyasının önemli devlet adamı ve lideri Rauf Denktaş’tan sessizce özür dilemek gibi de algılanabilir! Çünkü Türkiye Annan Planını desteklerken, Denktaş “Hayır” dedi ve haklı çıktı. Keşke bu dizide Denktaş’ın hatıralarını muhtevi ve aynı konuyu işlediği Karkot Deresi adlı kitabı senaryolaştırılıp, ekrana yansıtılsaydı. Bir Zamanlar Kıbrıs adlı dizide de Rauf Raif Denktaş hep önde görünüyor, aynı Dr. Fazım Küçük gibi.

Bir haftada önceden bütün KKTC kentlerindeki bilbortlara konulan filmin afişleri görücüye çıktı. Dizinin galası Gazimagosa’da yapıldı. 250 konuk takip etti ve pandemi dolayısıyla kurallara uyuldu. Cumhurbaşkanı Fuat Oktay da Ankara’dan gelerek galaya katıldı. Bir aydır Girne’deyim. Dolayısıyla gelişmeleri takip etme, yerel medyayı izleme imkanım oldu.

YUNANLILAR SADECE GİRİT VE MORA’DA DA 100 BİN TÜRK’Ü KATLETMİŞTİ                                                                                                İlk iki bölüm gerektiği kadar gerilimli değildi. Sonraki bölümlerde bir sıcaklık olması beni daha fazla bağladı diziye. İlk beklenti Yunanistan’ın Girit ve Mora’da şehit ettiği 100 bin Türk ile başlaması biçimindeydi. Olmadı. 1950’li yıllarda başlayan Rum-Yunan terör olaylarına girilmedi. Direkt 1963 sonrası katliamlarla yayına girdi dizi. Filmin çekimleri adada sürüyor.

Çekimlerden önce Adada Türk Mukavemet Teşkilatı TMT mücahitleri, halk, gazeteciler ve yetkililerle görüşülmüş, görüşleri alınmış. Hatta Kıbrıs Gazetesi Yazarı Ahmet Tolgay’a isteği üzerine dizinin sinopsisi bile gönderilmiş, o da görüş ve tavsiyelerini bir rapor halinde yöneticilere vermiş. Ama hiçbiri yapılmamış. Dizinin ileriki bölümlerinde bu gerçekleşebilir mi bilinmiyor. Bekleyip göreceğiz.

Telefonla KKTC’deki dostlarıma, TMT mücahitlerinden bazılarına, sokaktaki Kıbrıs Türklerine sordum. Hiçbiri olumlu görüş belirtmedi, üzüldüm. Bunda sanırım KKTC’deki siyasi partilerin birbirine karşı sert açıklamaları da etkili olabilir. Özellikle Rum yanlısı olduğu iddia edilen CTP’nin. Oysa 1963 yılındaki katliamı o sene doğanlar bilmiyor, henüz dokuz yaşında olduklarından 1974 barış harekatını hatırlaması mümkün değilken, dizinin sıcak karşılanmamasını garipsediğimi söylemeliyim. Bir kısmı da hiç umursamıyor. Tam tersi çirkinleşiyor ve “Kıbrıs’ta bunlar asla yaşanmamıştır, Kıbrıs Sorunuda 1974’de başlamıştır” saçmalığına kadar varıyor. Bunlar daha çok adadaki Avrupa Birliğine girmiş Rum yanlılarından çıkıyor. Oysa iki defa KKTC umhurbaşkanı CTP’den olmasına rağmen, hiçbir olumlu gelişme olmamış, Rumlar Türkleri azınlık olarak görmeyi sürdürmüşlerdir!.

YENİ NESİL KIBRIS TÜRKÜ 1963 OLAYLARINI UNUTMAMALI            Benim kuşağım sinema olayının tam sarmalında yetişmiş, sinema tutkusunu yaşam biçimine de dönüştüren, onları taklit eden neslin içinden geliyor. Dolayısıyla tarihi belgeseli ile bu iddiayı asla öngörmeyen “tarihi olaylara yaslandırılmış görsel hikayeler” i ayırt edebilecek birikime sahibim. İşte bu nedenle “Bir Zamanlar Kıbrıs” bir dizi film benim için önemli. Belki de mevcut TRT yönetiminin gerçekleştirdiği birkaç hayırlı yapımdan biri. Dizinin tarihi belgesel iddiası yoktur, tarihi olaylardan yola çıkılan bir televizyon yapımıdır. Yeni nesile, hatta yaşları 60 ve etrafında olanlara bu gelişmeleri hatırlatmak da Kıbrıs Türküne yani insanımıza bir yatırım vardır.

Dürüst eleştiriyi öne çıkaran Yazar Ahmet Tolgay’ın yaptığı açıklamalarla Kıbrıs’ta gerek bazı izleyicilerin ve gerekse medyanın eleştirilerinden bazıları şöyle; Kıbrıs’ta yok edilmeye ve Rum katliamına karşı toplumsal boyutlu kolektif bir direniş gösteriliği olaylara “Rambo” veya “Zoro” tipli abartmalı kahramanlar ortaya çıkarmaya ihtiyaç duyulmamalıydı.

Kıbrıs’ta Kanlıdere adlı bir kasaba yoktur. Kurak adayı sandalları dolaşan bir balıkçı kasabası sanmak da yanlıştır. Dizide Kıbrıs Türkü lehçesi konuşulmuyor. Soldan uygulanan trafik önemsenmemiş. Adaya yapılan silah sevkiyatında sandıklar üzerine EOKA yazılması yanlıştır. Çünkü EOKA bir terör örgütüdür ve yasadışıdır. Bu silahlar Nikos Samson’un MAHİ Gazetesine baskı malzemesi olarak limana girerken vinçten düşüp parçalanması üzerine ortaya çıkmıştır!Samson’un bir Türk kızına aşık olması, Denktaş’ı Lefkoşa sokaklarında kovalaması da palavradır, içselleştirilemez. Asker kimliği ile gördüğümüz Samson asker değil, bir EOKA tetikçisiydi. Karpaz da karma bir okul yoktu. Söz konusu günlerde Ankara’dan gelen müfettişin Rauf Denktaş’a telgraf çekmesi imkansızdı. Çünkü bu güzergahta böyle bir iletişim düzeneği mevcut değildi. Hamitköy ile Lefkoşa arasında Rum barikatı ve kontrolü yoktu. Dizide Kızılay konvoyunun böyle konuşlandırılması da doğru değildi. Kıbrıs Türkü’nün Sesi Bayrak Radyosunun o günlerde röportaj yapacak, haber toplayacak muhabiri yoktu. Belki Dr. Fazıl Küçük’ün demecini verdiği yayın kuruluşu TRT olabilirdi.

ELEŞTİRİLER SÜRÜYOR, AMA DİZİ DİKKATLE İZLENİYOR              Ankara’dan görevlendirilen ve kahramanlığı temsil eden müfettişin Lefkoşa’ya gelir gelmez uçaklar için Türkiye’ye koordinatlar vermesi sekansı 24 Aralık’ta sadece iki uçak Lefkoşa üzerinden ihtar uçuşu yaptı. Kıbrıs’ta ilk hava operasyonu Ağustos 1964’te Erenköy direnişidir. Kıbrıs Türk Birliği diye bir örgüt yok, Türk Mukavemet Teşkilatı vardır. TMT’nin başındaki komutan Bayraktan namıyla Genelkurmay Özel Harp Dairesine bağlı Türkiyeli Albay Kenan Çoygun idi. Adadaki tüm direniş bilgi ve raporları Denktaş’a değil TMT Bayraktarlığına gönderilirdi. Rauf Denktaş da adadan ayrıldığında önce Ankara’ya, sonra Newyork’a BM’e gider, Cenevre’ye değil. Rum işadamına ait olan stratejik bina Severis Un Fabrikası olayında ise; buradaki Rumlara ait makinalıyı susturmak için görevli üç mücahit şehit oldu, iki yaralı da uçakla Ankara’ya gönderildi.

Rum barbarlığının en önemli belgesi olan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat’ın şehit edilen ailesinin fotoğrafları yaralı mücahitlerin sargıları arasında Ankara’ya oradan da bütün dünyaya ulaştırıldı. Mahkeme binalarında hastane oluşturulmamıştı. Ancak Kızılay’ın yardımları buradan sağlandı. Bayrak Radyosunun bazı tesisleri de buradaydı. İlk hastane Lefkoşa Girne Caddesinde, Özel Adiloğlu Kiliniğidir.

YEDİNCİ SANATTA GERİ KALMAK                                                                 Bütün bu eleştirilere rağmen TRT’nin Bir Zamanlar Kıbrıs adlı dizi filmi önemli bir yapımdır. Dil ve görüş birlikteliği sağlayamıyorsak bile hoşgörülü olmalıyız. Tüm acıları inkar edenler olabilir, şartlanmışlıklar bulunabilir ama önce dinlemeli, seyretmeli, sonra vurmalıyız. Farklı pencerelerden ve kutuplaşmadan bakabilmesini öğrenmeliyiz. Bir Zamanlar Kıbrıs dizisi ilerledikçe izlenmesi heyecan verici olduğundan mümkünse dünyadaki diğer televizyonlarda da devreye sokulması gerekiyor.

Öte yandan her nedense sinema konusunda; galiba Libya’nın bile gerisindeyiz. Hatırlarsanız Muammer Kaddafi’nin büyük bir bütçe ile desteklediği ve yıllardır televizyonlarda gösterilen Mustafa Akkat’ın yönetmen, Antony Quing’in baş rol oynadığı Çağrı ve Libya’nın Milli Kahramanı Ömer Muhtar filmlerinin evrensel boyutuna oluşamadık. Ayrıca ne bir İstiklal Savaşı filmimiz veya dizimiz vardır böyle dünya televizyonlarında gösterilen, ne de böyle bir program. Hiçbir millet bizim kadar zengin bir tarihe ve temaya sahip değilken üstelik. Türkiye’de nedense yedinci sanat sinema dahil fikri gelişme; siyasi tıkanıklar, gerilimler ve kabızlıklar yüzünden bir türlü aşılamadı.

Kıbrıs Rum kesiminden örnek vermek istiyorum. 1960 yılında Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük Yardımcısı iken Kıbrıs Cumhuriyeti turizmi keşfetti. Turizm bir sinema filmi ile patladı. Kıbrıs’ta çekilen ve kapalı gişe olarak bütün dünyada vizyona giren “Exodus” filmi bunu gerçekleştirdi. Filmin konusu ise şöyle; Kıbrıs’taki İngiliz Karaolos (Gülseren) toplama kampındaki esirlerin Exodus adlı gemiyle Mossad Ajanları tarafından kaçırılarak İsrail Devletinin kuruluşuna yönlendirilen Musevilerin öyküsü.

Bundan cesaret alan Rum Yönetimi Holywood’daki Yunanlı yönetmen Dimitri Logothesis’le başrolde Nicolas Cage’yi oynatmak şartı ve Kıbrıs’ın güzelliklerini muhtevi JiuJitsu adlı bir film çekimi için 8 milyon avroya anlaşıyor. JiuJitsu film tam bir fiyasko oluyor ve gişelerde iflas ediyor. Yönetmen “Benden Oscar mı bekliyordunuz” diye serzenişte bulunarak öfkeyle vaad edilen 8 milyon avroyu almak için Cenevre’de Kıbrıs Türkleriyle görüşmeler yapan Anastasiadis Rejimin kapısında bekliyor.

ROMANTİK ÖYKÜLERİN DEĞİL, ACI GERÇEKLERİN BİLİNMESİ            Bir Zamanlar Kıbrıs dizisine dönersek abartılmış kurgular içerse de yapılan eleştirilerin bir kısmı amaçlı, bir kısmı haksız. Ama doğru eleştirileri de film yöneticilerinin dikkate alması gerekiyor. Olay gerçeklerin canlandırılmasıdır. Bunu ispatlayacak belgeler, kanıtlar, özneler tarihimizde ve arşivlerimizde vardır. Aynı bugün gündemde olan sözde Ermeni soykırımı iddiasında olduğu gibi. Bu dizinin başarılı olması, geniş çerçevede her türlü izleyiciye ulaşması Kıbrıs Türkü’nün lehine olduğu aşikardır. Evlere kapandığımız ve talihsiz bir pandemi döneminde bundan daha iyi bir tanıtım mı olabilir?

Kıbrıs’ta yeni bir Türk katliamı yaşanmaması, siyasi oyunlarla tuzağa düşürülmemesi, kanla yoğrulmuş Kıbrıs sorununa sürdürülebilir, eşitlikçi ve güvenceli bir çözüm bulunabilmesi için uyduruk Pollyanna öyküleriyle değil, acı gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Azami dersleri çıkarabilmek erdem ve elzemdir. Bir Zamanalar Kıbrıs kin ve nefreti kışkırtmıyor. Dizi her şeye rağmen başarılı ve dünya ekranlarında izlenmesi için de arayışlar ve pazarlar bulmak gerekiyor.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.